Paylaş
Tweet
Funda Üstek*- İrem Kök**
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nda ve daha sonra özel bir hastanenin açılışında kürtaj ve sezaryen hakkındaki görüşlerini açıkladı. Kürtajı bir cinayet, sezaryeni de bir nüfus dengeleme ve engelleme projesi olarak tanımlayan Erdoğan'ın görüşleri, ülke çapında büyük bir tartışma yarattı. İşte bu sebeple iktidarın kürtaj ve sezaryen üzerine söylediği sözleri daha derinlemesine inceledik. Bunun için yazılı basında çıkmış 100'den fazla haberi söylem analizi yöntemiyle taradık.
Erdoğan'ın birbiriyle alakasızmış gibi görünen benzetmeleri, örneğin intihar ve kürtajı birbiriyle eş tutması, bilimselliğe yaptığı yoğun göndermeler, kendini ülkedeki her meselenin sorumlusu olarak addetmesi, tam olarak hangi değerlerden bahsettiği belirsiz olsa da sürekli bir "değerlerimiz" göndermesi yapması, kürtaj ve sezaryen konusundaki endişesini genç nüfus isteği ve 'çocuk sevgisi'yle özdeşleştirmesi ve de bunların hepsini görüşlerinin tartışmaya açık olmadığını gösteren bir üslupla yapması aslında birbirinden bağımsız şeyler değil. Kanımızca, Erdoğan'ın kürtaj ve sezaryen söylemini Foucault'nun biyo-iktidar kavramıyla açıklamak mümkün.
Biyo-iktidarı, "Bedenlerin zapt edilmesini ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için sayısız ve farklı yöntemler patlaması" olarak tanımlar Foucault. Bu bağlamda hükümetler cezai ve düzenleyici yaptırımlar aracılığıyla, özellikle de nüfus planlaması ve istatistiki göndermeler yoluyla, insanları yönetmeye çalışır. Biyo-iktidarın en önemli özelliği insanları birey olarak değil, bir nesil olarak görmesi, bu sebeple de kişisel seçim ya da tercihlerin iktidarın görüşlerini belirlemesine alan tanımamasıdır. Örneğin, Erdoğan, "Evet, belki bizler 50 yıl, 100 yıl sonra yaşananları görmeyeceğiz, göremeyeceğiz... Ama çocuklarımız ve torunlarımız adına, insanlık adına tedbirleri bugünden almamız gerektiği, bu sorumluluğun bizim üzerimizde olduğu açıktır" derken kişisel seçimlere karşı tedbir alınmasını, bunun da neslin geleceği için yapılması gerektiğini savunuyor. Aynı üslubu Erdoğan'ın neden kürtaja karşı olduğunu açıklarken görüyoruz: "Şimdi bazıları çıkıyor diyor ki 'kürtaj yaptırmak bir haktır'. Kadın diyor 'isterse kürtaj yaptırır'. Siz onun vücudunda müdahalede bulunamazsınız, tasarrufta bulunamazsınız. Bırak intihar edene de müsaade et. Niye köprüden atlarken gidip karışıyorsun adamın işine ya. Hakkını kullansın, atlasın aşağıya. Böyle saçmalık olur mu?"
Erdoğan burada insan hayatını korumak adına her türlü kişisel seçime karışılması gerektiğini, aksinin bir saçmalık olacağını belirtiyor. Yalnız burada bireyin hayatından ziyade, neslin geleceğinden endişe ediyor. Böylece kürtaj ve intihar kişisel bağlamdan, dolayısıyla da kişisel hak ve özgürlüklerden arındırılıp neslin geleceği için kontrol altına alınması gereken pratiklere indirgeniyor. İşte tam da bu yüzden kadınlar bu tartışmanın muhatabı olarak alınmıyor ve onlardan yardıma ve korunmaya muhtaç, kendi kendilerine düzgün karar veremeyecek aciz varlıklar olarak söz ediliyor. Örneğin Erdoğan, doktor sezaryen önerirse "Orada kadıncağız ne yapsın?" diyerek konunun zavallı kadının seçimine bırakılamayacağını, devletin vesayetinin duruma müdahale etmesi gerektiğini belirtiyor.
Dahası, Erdoğan'ın 'ana karnındaki ceninin öldürülmesiyle, doğumdan sonra öldürülmüş insanın arasında hiçbir fark' görmemesi de nüfusu sadece sayıdan ibaret görmesiyle, halihazırdaki nüfusun yaşam kalitesinin konu dışı bırakılmasıyla ilgili gözüküyor. Erdoğan'ın sık sık dile getirdiği 'genç nüfusu arttırma', 'en az üç çocuk', 'dinamik nüfus' ve sezaryene de "iki çocuktan fazlası olmaz" diye karşı çıkmasının ardında bu istatistiki indirgeme yatıyor.
Bu yüzden de iktidara yöneltilen "peki ya ucuz iş gücü?", "eğitim seviyesi düşük nüfus?", "sayısı günden güne artan kadına karşı şiddet vakaları?", "çocuk gelinler?" gibi soruların hepsi cevapsız bırakılıyor, tartışmaya dahil edilmiyor. Sürekli tarihten ders çıkarmamızı öğütleyen Erdoğan, kürtajı engellemenin tarih boyunca kürtajı sonlandırmak anlamına gelmediğini, kürtaj turizmi, merdiven altı kürtaj atölyeleri ve hatta kadınların kendi kendilerini kürtaj etmeye çalışmaları üzerinden sürdüğünü görmezden geliyor. Ana karnındaki ceninin hayatını bu derece önemseyen bu söylem, olası kadın ölümlerine gözlerini kapıyor.
Bilimsellik, Ahlak ve Kadın Cinselliğinin Siyaseti
Tartışmalardaki söylemlerin en göze çarpan yanı bilimselliğin, ahlakın ve siyasetin iç içe geçmişliği. Foucault'un 'Cinselliğin Tarihi' kitabında belirttiği üzere, cinselliğe dair bilimsellik söylemleri kadının cinselliği hakkındaki disipliner pozisyonları şekillendirebiliyor. Kürtaj ve sezaryen üzerine iktidarın söylemlerinde gözlemlediğimiz kadarıyla, nüfus planlaması çerçevesinden bakılan bilimsellikle harmanlanmış bir ahlak anlayışının önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz.
Erdoğan'ın açıklamalarını takiben, kürtaj ve sezaryen tartışmasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, benzer bir bilimsellik ve ahlak anlayışını aile planlaması ve nüfusla ilişkilendirerek açıklıyor. Şahin, sezaryenin kadının sağlığını tehdit eden ve bilinçsizse yapılan bir 'ağrısız doğum' seçeneği olarak algılandığını vurgularken, kürtaj meselesine geldiğinde kürtajın aile planlaması olarak bilinçsizce uygulandığını ve kürtaj yanlıları tarafından 'bilimsellikten ve akıldan' uzak bir şekilde tartışmanın şekillendirildiğinden bahsediyor.
Benzer bir şekilde Akdağ'ın, Erdoğan'ın kurduğu sezaryen ve nüfus denklemine doktor kimliğiyle 'bilimsel' bir açıklama getirirken, kürtaj meselesinde yaratılacak tartışmaların neticesinde insanların "kürtaj bir planlama yöntemi değilmiş, o zaman biz normal planlama yöntemlerine başvuralım diyeceğini" ve böylece "yarın kürtajla ilgili kısıtlamalar getirdiğimizde de bu o zaman çok büyük bir problem oluşturmayacak" dediğini görüyoruz. Ancak hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeleri inceleyen akademik çalışmalar gösteriyor ki kürtajın yasal olması uzun vadede kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmasının önüne geçiyor, kürtaj oranları azalmaya başlıyor. Diğer birçok çalışmanın gösterdiği üzere kürtajın yasak olduğu ülkelerde kürtaj oranları çok daha yüksek. (Bu çalışmalara Dünya Sağlık Örgütü'nün kürtaj raporları üzerinden ulaşılabilir.)
Diğer açıklamalarda bulanık bir şekilde yapılan bilimsellik, siyaset ve ahlak denkleminin aksine, Akdağ'ın söylemlerinde bu denklemin öğelerinin nasıl da birbiriyle bağlantılı olduğu daha açık şekilde ortaya konuyor: "Meselenin insan davranışı, ahlakla ve etikle ilgili bir tarafı da var. Siyasetle ilgili bir tarafı da var. Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alarak karar verecek."
Bu bağlamda Akdağ'ın bahsettiği kürtaj yasası ile ilgili kurulacak çalışma heyeti kadın doğum uzmanlarının yanı sıra tıp etiği uzmanları, psikologlar ve doğum eylemi konusunda uzmanlaşmış kişiler tarafından oluşturulacak. Dışarıya çok da açık olmayan ve ivedilikle oluşturulacak bir bilimsel danışma süreci, kadın bedeni üzerine önemli siyasi kararlar alacak. Akdağ açıklamasında, 12 Eylül askeri rejiminin tepeden inme kürtaj yasasının, tabana yayılan demokratik bir tartışmaya dayanmadığına vurgu yapıyor. Hükümet, kurulacak yeni bilim heyeti sayesinde, kürtajla ilgili 'doğru bilgilerin' açığa çıkacağından medet umuyor ve daha demokratik bir şekilde siyasi bir karar verileceğini varsayıyor. Fakat halkın ve özellikle de kadınların görüşünü bu kadar dikkate almadan yapılan tartışmadan, demokratik bir siyasi sonuç beklemek pek de mümkün değil.
Tam da bilim ve siyaset uzmanı Harvard Üniversitesi profesörü Sheila Jasanoff'un yazılarında belirttiği gibi, bilimsel olarak tartışmalı konularda alınacak siyasi kararlarda çokça başvurulan ve üyeleri hükümet tarafından seçilmiş uzmanlık heyetinin tarafından yapılan dışarıya kapalı bir bilimsel danışma süreci halkın kendisini yakından ilgilendiren siyasi kararlara katılımını sınırlandırır. İşte bu yüzden hükümetin kürtaj ve sezaryen söylemlerinde kullandığı bilimsellik vurgusu, kadınların konuyla ilgili 'bilgisizliğinden' dem vururken, işi uzmanlarına bırakmayı salık vererek, şimdiden ne diyeceği az çok belli olan bilim kuruluna topu atacak. Uzman heyetin vereceği pek de saydam olmayacak kürtaj karşıtı kararla birlikte, bilgisizlikten kötü olanı seçmek zorunda kalan zavallı kadının cinselliğinin devlet denetimine alınmasının önü açılmış olacak. Yani Akdağ'ın bahsettiği kürtajla ilgili tartışma penceresi çok kısa bir süre içerisinde kapanacak ve karşı görüşlerin temsil edilmesi için yeterli zaman bile tanınmayacak.
'Batı'da Kürtaj
Çoğu zaman Batı'ya ve Batı'nın savunduğu değerlere karşı bir söylem içerisinde olan Erdoğan'ın kürtaj söylemini haklı çıkarmak için Batı'yı kullanıyor olması oldukça ilginç ve düşündürücü. Örneğin Erdoğan şu cümleleri kuruyor: "Batının birçok toplumunda aynı şekilde bununla ilgili çıkarılmış yasalar var. Bunun bizim değerlerimizde bir defa yeri var." Ya da "Amerika ve Avrupa'nın birçok ülkesinde de kürtaja karşı mücadele ve yasalar var".
Tabii, burada "hangi Batı" sorusunu yöneltmek gerekiyor. Zira İskandinavya'da kürtaj serbest hatta İsveç, 14 haftayla dünyanın en geniş kürtaj yasalarına sahip; İngiltere'de 1967'den beri kürtaj yasal ve Türkiye'dekinin aksine reşit olmayanlar ailelerinden yasal izin almadan dahi kürtaj olabiliyor. Yine Almanya'da kürtaj 12 haftalık süre içerisinde yasal. Erdoğan Batı derken kürtajın yasak olduğu ülkeleri kast ediyor; örneğin İrlanda, Polonya, Orta ve Latin Amerika'daki koyu Katolik ülkeler ve ABD'nin muhafazakâr bazı eyaletleri. Bu eyalet ve ülkelerde kürtaj karşıtlarının dini referanslardan ziyade tıpkı AKP hükümetinin şu an yaptığı gibi bilim ve ahlak üzerinden koyu bir tartışmaya girdiklerini görüyoruz. Embriyonun ne zaman birey olduğu üzerine yoğunlaşan bu tartışmalar (şimdilerde Türkiye'de tartışmanın ruhun embriyoya ne zaman üflendiği üzerine yoğunlaşması gibi) kadınlara kendi bedenleriyle ilgili hiçbir seçim hakkı tanımıyor. Fakat şunu belirtmek gerekiyor ki kürtaja karşı olan 'Batı'da tek bir kürtaj anlayışı hâkim değil. Orta Amerika'dan Nikaragua gibi ülkelerde annenin sağlığını tehlikeye atan durumlarda dahi kürtaj yasaklanırken,replica designer handbags Polonya'da annenin sağlığını tehlikeye atan gebeliklerin sonlandırılmasında bir sakınca görülmüyor.
** İrem Kök, Oxford Üniversitesi Coğrafya ve Çevre Departmanı'nda doktora öğrencisi.
İktidarın Nüfus Planlaması: Kürtaj ve Sezaryen Üzerinden Kadın Cinselliğinin Siyaseti
Funda Üstek*- İrem Kök**
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nda ve daha sonra özel bir hastanenin açılışında kürtaj ve sezaryen hakkındaki görüşlerini açıkladı. Kürtajı bir cinayet, sezaryeni de bir nüfus dengeleme ve engelleme projesi olarak tanımlayan Erdoğan'ın görüşleri, ülke çapında büyük bir tartışma yarattı. İşte bu sebeple iktidarın kürtaj ve sezaryen üzerine söylediği sözleri daha derinlemesine inceledik. Bunun için yazılı basında çıkmış 100'den fazla haberi söylem analizi yöntemiyle taradık.
Erdoğan'ın birbiriyle alakasızmış gibi görünen benzetmeleri, örneğin intihar ve kürtajı birbiriyle eş tutması, bilimselliğe yaptığı yoğun göndermeler, kendini ülkedeki her meselenin sorumlusu olarak addetmesi, tam olarak hangi değerlerden bahsettiği belirsiz olsa da sürekli bir "değerlerimiz" göndermesi yapması, kürtaj ve sezaryen konusundaki endişesini genç nüfus isteği ve 'çocuk sevgisi'yle özdeşleştirmesi ve de bunların hepsini görüşlerinin tartışmaya açık olmadığını gösteren bir üslupla yapması aslında birbirinden bağımsız şeyler değil. Kanımızca, Erdoğan'ın kürtaj ve sezaryen söylemini Foucault'nun biyo-iktidar kavramıyla açıklamak mümkün.
Biyo-iktidarı, "Bedenlerin zapt edilmesini ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için sayısız ve farklı yöntemler patlaması" olarak tanımlar Foucault. Bu bağlamda hükümetler cezai ve düzenleyici yaptırımlar aracılığıyla, özellikle de nüfus planlaması ve istatistiki göndermeler yoluyla, insanları yönetmeye çalışır. Biyo-iktidarın en önemli özelliği insanları birey olarak değil, bir nesil olarak görmesi, bu sebeple de kişisel seçim ya da tercihlerin iktidarın görüşlerini belirlemesine alan tanımamasıdır. Örneğin, Erdoğan, "Evet, belki bizler 50 yıl, 100 yıl sonra yaşananları görmeyeceğiz, göremeyeceğiz... Ama çocuklarımız ve torunlarımız adına, insanlık adına tedbirleri bugünden almamız gerektiği, bu sorumluluğun bizim üzerimizde olduğu açıktır" derken kişisel seçimlere karşı tedbir alınmasını, bunun da neslin geleceği için yapılması gerektiğini savunuyor. Aynı üslubu Erdoğan'ın neden kürtaja karşı olduğunu açıklarken görüyoruz: "Şimdi bazıları çıkıyor diyor ki 'kürtaj yaptırmak bir haktır'. Kadın diyor 'isterse kürtaj yaptırır'. Siz onun vücudunda müdahalede bulunamazsınız, tasarrufta bulunamazsınız. Bırak intihar edene de müsaade et. Niye köprüden atlarken gidip karışıyorsun adamın işine ya. Hakkını kullansın, atlasın aşağıya. Böyle saçmalık olur mu?"
Erdoğan burada insan hayatını korumak adına her türlü kişisel seçime karışılması gerektiğini, aksinin bir saçmalık olacağını belirtiyor. Yalnız burada bireyin hayatından ziyade, neslin geleceğinden endişe ediyor. Böylece kürtaj ve intihar kişisel bağlamdan, dolayısıyla da kişisel hak ve özgürlüklerden arındırılıp neslin geleceği için kontrol altına alınması gereken pratiklere indirgeniyor. İşte tam da bu yüzden kadınlar bu tartışmanın muhatabı olarak alınmıyor ve onlardan yardıma ve korunmaya muhtaç, kendi kendilerine düzgün karar veremeyecek aciz varlıklar olarak söz ediliyor. Örneğin Erdoğan, doktor sezaryen önerirse "Orada kadıncağız ne yapsın?" diyerek konunun zavallı kadının seçimine bırakılamayacağını, devletin vesayetinin duruma müdahale etmesi gerektiğini belirtiyor.
Dahası, Erdoğan'ın 'ana karnındaki ceninin öldürülmesiyle, doğumdan sonra öldürülmüş insanın arasında hiçbir fark' görmemesi de nüfusu sadece sayıdan ibaret görmesiyle, halihazırdaki nüfusun yaşam kalitesinin konu dışı bırakılmasıyla ilgili gözüküyor. Erdoğan'ın sık sık dile getirdiği 'genç nüfusu arttırma', 'en az üç çocuk', 'dinamik nüfus' ve sezaryene de "iki çocuktan fazlası olmaz" diye karşı çıkmasının ardında bu istatistiki indirgeme yatıyor.
Bu yüzden de iktidara yöneltilen "peki ya ucuz iş gücü?", "eğitim seviyesi düşük nüfus?", "sayısı günden güne artan kadına karşı şiddet vakaları?", "çocuk gelinler?" gibi soruların hepsi cevapsız bırakılıyor, tartışmaya dahil edilmiyor. Sürekli tarihten ders çıkarmamızı öğütleyen Erdoğan, kürtajı engellemenin tarih boyunca kürtajı sonlandırmak anlamına gelmediğini, kürtaj turizmi, merdiven altı kürtaj atölyeleri ve hatta kadınların kendi kendilerini kürtaj etmeye çalışmaları üzerinden sürdüğünü görmezden geliyor. Ana karnındaki ceninin hayatını bu derece önemseyen bu söylem, olası kadın ölümlerine gözlerini kapıyor.
Bilimsellik, Ahlak ve Kadın Cinselliğinin Siyaseti
Tartışmalardaki söylemlerin en göze çarpan yanı bilimselliğin, ahlakın ve siyasetin iç içe geçmişliği. Foucault'un 'Cinselliğin Tarihi' kitabında belirttiği üzere, cinselliğe dair bilimsellik söylemleri kadının cinselliği hakkındaki disipliner pozisyonları şekillendirebiliyor. Kürtaj ve sezaryen üzerine iktidarın söylemlerinde gözlemlediğimiz kadarıyla, nüfus planlaması çerçevesinden bakılan bilimsellikle harmanlanmış bir ahlak anlayışının önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz.
Erdoğan'ın açıklamalarını takiben, kürtaj ve sezaryen tartışmasında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ, benzer bir bilimsellik ve ahlak anlayışını aile planlaması ve nüfusla ilişkilendirerek açıklıyor. Şahin, sezaryenin kadının sağlığını tehdit eden ve bilinçsizse yapılan bir 'ağrısız doğum' seçeneği olarak algılandığını vurgularken, kürtaj meselesine geldiğinde kürtajın aile planlaması olarak bilinçsizce uygulandığını ve kürtaj yanlıları tarafından 'bilimsellikten ve akıldan' uzak bir şekilde tartışmanın şekillendirildiğinden bahsediyor.
Benzer bir şekilde Akdağ'ın, Erdoğan'ın kurduğu sezaryen ve nüfus denklemine doktor kimliğiyle 'bilimsel' bir açıklama getirirken, kürtaj meselesinde yaratılacak tartışmaların neticesinde insanların "kürtaj bir planlama yöntemi değilmiş, o zaman biz normal planlama yöntemlerine başvuralım diyeceğini" ve böylece "yarın kürtajla ilgili kısıtlamalar getirdiğimizde de bu o zaman çok büyük bir problem oluşturmayacak" dediğini görüyoruz. Ancak hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkeleri inceleyen akademik çalışmalar gösteriyor ki kürtajın yasal olması uzun vadede kürtajın bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmasının önüne geçiyor, kürtaj oranları azalmaya başlıyor. Diğer birçok çalışmanın gösterdiği üzere kürtajın yasak olduğu ülkelerde kürtaj oranları çok daha yüksek. (Bu çalışmalara Dünya Sağlık Örgütü'nün kürtaj raporları üzerinden ulaşılabilir.)
Diğer açıklamalarda bulanık bir şekilde yapılan bilimsellik, siyaset ve ahlak denkleminin aksine, Akdağ'ın söylemlerinde bu denklemin öğelerinin nasıl da birbiriyle bağlantılı olduğu daha açık şekilde ortaya konuyor: "Meselenin insan davranışı, ahlakla ve etikle ilgili bir tarafı da var. Siyasetle ilgili bir tarafı da var. Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alarak karar verecek."
Bu bağlamda Akdağ'ın bahsettiği kürtaj yasası ile ilgili kurulacak çalışma heyeti kadın doğum uzmanlarının yanı sıra tıp etiği uzmanları, psikologlar ve doğum eylemi konusunda uzmanlaşmış kişiler tarafından oluşturulacak. Dışarıya çok da açık olmayan ve ivedilikle oluşturulacak bir bilimsel danışma süreci, kadın bedeni üzerine önemli siyasi kararlar alacak. Akdağ açıklamasında, 12 Eylül askeri rejiminin tepeden inme kürtaj yasasının, tabana yayılan demokratik bir tartışmaya dayanmadığına vurgu yapıyor. Hükümet, kurulacak yeni bilim heyeti sayesinde, kürtajla ilgili 'doğru bilgilerin' açığa çıkacağından medet umuyor ve daha demokratik bir şekilde siyasi bir karar verileceğini varsayıyor. Fakat halkın ve özellikle de kadınların görüşünü bu kadar dikkate almadan yapılan tartışmadan, demokratik bir siyasi sonuç beklemek pek de mümkün değil.
Tam da bilim ve siyaset uzmanı Harvard Üniversitesi profesörü Sheila Jasanoff'un yazılarında belirttiği gibi, bilimsel olarak tartışmalı konularda alınacak siyasi kararlarda çokça başvurulan ve üyeleri hükümet tarafından seçilmiş uzmanlık heyetinin tarafından yapılan dışarıya kapalı bir bilimsel danışma süreci halkın kendisini yakından ilgilendiren siyasi kararlara katılımını sınırlandırır. İşte bu yüzden hükümetin kürtaj ve sezaryen söylemlerinde kullandığı bilimsellik vurgusu, kadınların konuyla ilgili 'bilgisizliğinden' dem vururken, işi uzmanlarına bırakmayı salık vererek, şimdiden ne diyeceği az çok belli olan bilim kuruluna topu atacak. Uzman heyetin vereceği pek de saydam olmayacak kürtaj karşıtı kararla birlikte, bilgisizlikten kötü olanı seçmek zorunda kalan zavallı kadının cinselliğinin devlet denetimine alınmasının önü açılmış olacak. Yani Akdağ'ın bahsettiği kürtajla ilgili tartışma penceresi çok kısa bir süre içerisinde kapanacak ve karşı görüşlerin temsil edilmesi için yeterli zaman bile tanınmayacak.
'Batı'da Kürtaj
Çoğu zaman Batı'ya ve Batı'nın savunduğu değerlere karşı bir söylem içerisinde olan Erdoğan'ın kürtaj söylemini haklı çıkarmak için Batı'yı kullanıyor olması oldukça ilginç ve düşündürücü. Örneğin Erdoğan şu cümleleri kuruyor: "Batının birçok toplumunda aynı şekilde bununla ilgili çıkarılmış yasalar var. Bunun bizim değerlerimizde bir defa yeri var." Ya da "Amerika ve Avrupa'nın birçok ülkesinde de kürtaja karşı mücadele ve yasalar var".
Tabii, burada "hangi Batı" sorusunu yöneltmek gerekiyor. Zira İskandinavya'da kürtaj serbest hatta İsveç, 14 haftayla dünyanın en geniş kürtaj yasalarına sahip; İngiltere'de 1967'den beri kürtaj yasal ve Türkiye'dekinin aksine reşit olmayanlar ailelerinden yasal izin almadan dahi kürtaj olabiliyor. Yine Almanya'da kürtaj 12 haftalık süre içerisinde yasal. Erdoğan Batı derken kürtajın yasak olduğu ülkeleri kast ediyor; örneğin İrlanda, Polonya, Orta ve Latin Amerika'daki koyu Katolik ülkeler ve ABD'nin muhafazakâr bazı eyaletleri. Bu eyalet ve ülkelerde kürtaj karşıtlarının dini referanslardan ziyade tıpkı AKP hükümetinin şu an yaptığı gibi bilim ve ahlak üzerinden koyu bir tartışmaya girdiklerini görüyoruz. Embriyonun ne zaman birey olduğu üzerine yoğunlaşan bu tartışmalar (şimdilerde Türkiye'de tartışmanın ruhun embriyoya ne zaman üflendiği üzerine yoğunlaşması gibi) kadınlara kendi bedenleriyle ilgili hiçbir seçim hakkı tanımıyor. Fakat şunu belirtmek gerekiyor ki kürtaja karşı olan 'Batı'da tek bir kürtaj anlayışı hâkim değil. Orta Amerika'dan Nikaragua gibi ülkelerde annenin sağlığını tehlikeye atan durumlarda dahi kürtaj yasaklanırken,replica designer handbags Polonya'da annenin sağlığını tehlikeye atan gebeliklerin sonlandırılmasında bir sakınca görülmüyor.
(www.birgun.net'ten alınmıştır)
* Funda Üstek, Oxford Üniversitesi Sosyoloji Departmanı'nda doktora öğrencisi.** İrem Kök, Oxford Üniversitesi Coğrafya ve Çevre Departmanı'nda doktora öğrencisi.